Bir kafile ile yola çıkıpta menzile varabilmenin keyfiyetini, önce yağmur yağıp yağmuru rahmet bilip ardından ona nispet yaparcasına güneşin “ben buradayım ey canı cananım” deyiveren halini düşündüğüm vakit, her ne sebepse olanları daha iyi anladığım vehmi vakit vakit beni benden alır götürür. Sonra aydınlıklara gebe karanlıktan bir el uzanır acizi alır yoğurur. İşte o vakit bu vehimden kurtulur ve ehl-i hâl ile yavaş yavaş aşina olduğumuzu anlamaya başlarız.
Ardından bu el gayretimizi vesile kılıp, bize bu hâli kalp gözümüz ile gösterebilmek için o renk cümbüşü gökkuşağını gök kubbemize nakşediverir. Seyrettiğimiz bu hoş manzaranın mestliği üzerimizden gitmeden “ ey hâldaşım işte vehim olarak telakki ettiğin o hâl dahi akıl denen kapı tokmağını vurupta gönül kapısını açtıran ilâhi ikaz gibi, gökkuşağının o renk cümbüşünün semada ki aksi için şems ile birlikte rahmet danelerine ihtiyaç gösteriyor” der bize hakikati ikram ediverir.
Pekiyi bu el karanlığı aydınlık, olmamışı olmuş, pişmemişi pişmiş velhasıl her şeyi layık olduğu veçhile güzel gösteren bu el, ne vakte kadar bizimle alâkadar olacak ve üzerimizde ki tecellisi rahmet saçıcı olarak zuhur eden keyfiyetini bizden uzaklaştırmayacak.
Esasında hiçbir şeyin kendisinden kaynaklanmadığı ve kendi ağzı ve hâli ile davetkâr olduğu pek çok güzel ahvali bile yaptıranın sadece O olduğu şuuru, aynaya bakıpta üzerinde ki kaftanın kendi libası olmadığını idrak eden her cana herhalde nasiplendirilecektir.
Ama dünya hâl ve ahvalini kendine düstur edinenler, bu kaftanın orasını burasını şuursuzca çekiştiren ve yırtıp hoş olmayan bir hale sokan gafillerden başka kimseler midir?
Lâkin gayret kuşağını er meydanında kuşanan cihan pehlivanlarına ne gam vardır ne hüzün…
Sükûnete Davet
Bir çiçek kadar narin
Bir dal kadar köke merbut
Bir meyve kadar olgun
Seçilmişlerin binekleri gibi heybetli
Sırrı bilmiş biliş tutmuş gibi haşyetli.
Bir deniz kadar engin
Bir rüzgâr gibi taşkın
Bir rüyadan uyanmış gibi şaşkın
Boynu bükük çiçek gibi solgun hâlinden
bir tamburun tellerinde taksim gibi karar bulmadıkça nehrin suları durulmaz.
BİR İSEVİ’YE SORU
Bir İsevi’ye soru:
“Hz. İsa nice ölü canları diriltirken, sen ey sefil derdin nedir? Niye öldürmeyi şiar edindin kendine? Her yeri kan gölüne çevirdin. Bütün planlarını müslümanı müslümana kırdırmak üzere kurmuş gibisin, tüm medeniyet olgularını hiçe sayarak zalimliğini besleyip duruyorsun. Bu nasıl insanlık? Bu nasıl dindarlık?”
UNUTMA:
Hayatta hiçbir şey uzun zaman gerçek sahibinden uzak kalamaz.