Yaratılmışların en şereflisi insan ve tüm insanlık alemi içerisinde Milli Karakteri Bağımsızlık olan TÜRK ve de kula kul olunmazı kavramış olmak ne büyük mutluluk.
Bugün her türlü olumsuzluğa rağmen Ebed-Millet-Devlet inancı ile hizmetinde olmaktan onur duyduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kim tarafından, hangi şartlarda, nasıl kuruldu diye sorulduğunda; Mustafa Kemal Atatürk ve önderliğini yaptığı Türk Milleti cevabını veririz.
Mustafa Kemal Atatürk kimdir? sorusuna ise genellikle hamasi cevaplar verilir, doğumundan ölümüne hayatı ve yaptıkları tarih akışı içerisinde anlatılır.
Törenlerde her türden, her rütbeden, her sınıftan insan günü şartlarına ve topluluğa katılanların temsiliyetine göre ondan bahsederler.
Alanlarda heykelleri, resmi binalarda, işyerlerinde ve birçoğumuzun evlerinde; büstleri, fotoğrafları vardır; okullarda ve de ders kitaplarında gençliğe hitabesi vardır.
Özetle günlük hayatımızda onunla hep karşılaşırız, bazen fark eder, bazen fark etmez; kimimiz lehinde, kimimiz aleyhinde konuşuruz. O; kimine göre Mustafa Kemal, kimine göre Atatürk’tür. Kimimiz Atatürkçü, kimimiz Kemalist, günlük değere göre yan değiştirenler, onu ideolojilerine göre sahiplenenler veya sahiplenmeyenler....
Peki!.. Kimdir Atatürk, ne yapmış, ne demiş?
Bize, tarihe ve sözlerine göre zaman içinde görelim.
Mussolini’nin damadı Kont Sforza, mütareke günleri, İstanbul Pera Palas’ta Atatürk ile savaş, siyaset, Türkiye, dünya durumunda, halden ve gelecekten konuşuyor, soruyor ve aldığı cevaplardan fevkalade etkilenerek soruyor; “Bu fikirlerinizin, görüşlerinizin kaynağı kimdir? Muvaffakiyetinizin sırrı nedir?”
Mustafa Kemal cevaplıyor:
“Benim etimin ve kemiğimin babası Ali Rıza Efendi, duygularımın babası Namık Kemal, düşüncelerimin babası Ziya Gökalp’tır.”
Sonra, 19 Mayıs 1919. Atatürk Samsun’a çıkıyor. Neden, niçin, nasıl ve hangi şartlar altında?
Türk Vatanı, Anadolu... Doğudan Batıya, Kuzeyden Güneye, işgal edilmiş ve vatanın asli sahibi Türk’e tabiri caizse koyun pöstekisi kadar yer bırakılmış.
İngiliz, Yunan, İtalyan, Fransız kuvvetleri Anadolu içlerine doğru adım adım ilerliyor, rum ve ermeni, işgalcilerin rehberliğini ve de yardakçılığını yapmakta... Necip kavim, arap, zaten bizi iyi vurmuş, vurmuş ta Mezopotamya ve aşağısı çoktan elden çıkmış, Mehmetçiğin kanını içe içe...
Padişah! Halife-i Ruyi Zenin efendimiz İstanbul’da ve de sarayında tutsak, yani Fatih’in fethettiği İstanbul işgal edilmiş, hükümet kukla, ordu terhis edilmiş, silahlarına el konulmuş ve de Cuma namazları kılınamaz olmuş şu kadar yüzyıllık Türk-İslam toprağında.
“Düşman dayamış vatanın bağrına hançerini
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?” diye yıllar önce o günü görmüşçesine haykıran Namık Kemal’e;
21 Haziran 1919’da Amasya’da; “Milletin bağımsızlığını, yine bu milletin azmi ve kararı kurtaracaktır.”
23 Temmuz 1919’da Erzurum’da; “Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, ayrılık kabul etmez.”
11 Eylül 1919’da Sivas’ta; “Mütareke sınırları içinde kalan ve Türklerle meskun vatan hiçbir suretle bölünemez. Milli bağımsızlık temini için Kuvayı Milliye ve Milli İrade hakim kılınmalıdır.”
23 Nisan 1920’te Ankara’da; “EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNİDR, YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM!”
ve İkinci İnönü savaşı sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde; “Milletimiz butün mazisinde olduğundan daha çok ümitlidir. Atalarından daha çok ümitlidir... İşte bu kürsüden ve bu Yüce Meclis’in yüce başkanı sıfatıyla ve yüce heyetinizi teşkil eden bütün üyelerin her biri namına ve bütün millet namına diyorum ki:
Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Bulunur elbet kurtaracak bahtı kara maderini” diyerek cevap veriyordu Mustafa Kemal Atatürk.
Ve sonra... Sakarya... 22 gün 22 gece süren ve sedye üzerinde idare ettiği savaşta, attan düşerek birkaç kaburga kemiği kırıldığında, düşman ordusuna dönerek; “Sen benim kaburga kemiğimi kırdın, ben de senin bel kemiğini kırmazsam, bana da Mustafa Kemal demesinler” demiş ve Yunan ordusunu durdurmanın ötesinde belkemiğini kırmış ve Dumlupınar’da da, dünya harp tarihinin en büyük imha savaşını yaparak düşmanı yok etmiştir.
O, Milli Mücadelenin ışığı, ruhu ve bayrağı lideriydi. Milletin iradesinin milletin mukadderatına egemen olmasını T.B.M.M. ni kurarak gerçekleştiren, Yeni Türk Devleti’nin temellerini, milli orduyu oluşturarak iç ve dış düşmanla mücadeleye hazırlayan ve başlatan Komutandı. Türk’ü Anadolu’dan atıp yok etmeyi amaçlayan medeni Avrupa’ya ve de dünyaya zaferlerle kazandığı vatanını, zaferi kazanan Türk Milletinin varlığını ve bağımsızlığını kabul ettiren kurtarıcıydı. Milli, laik, sosyal, demokrat, muasır medeniyetler üstüne çıkmayı hedeflemiş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusuydu.
Milletiyle birlikte gerçekleştirdiği inkılaplarla, Türk’e tarihini, dilini, töresini hatırlatan, güvenini, yükselme ve ilerleme aşkını yeniden veren yüce Türk’tü.
1929’da;
“Beni görmek demek mutlak yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.”
1931’de;
“İki Mustafa Kemal vardır; biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, O’nu “ben” kelimesiyle ifade edemem. O, ben değil, bizdir. O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben onların rüyasını temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin etmek içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşanası ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal O’dur...”diyerek kendisini anlamaktan ve anlatmaktan gerçek amacının ne olduğunu açıklıyordu.
Bugün, her ne kadar, varlığın, eserlerin, fikirlerin ve ideallerin; özellikle kendilerini Atatürkçü ilan etmekle birlikte Marksist öğretinin yobazlığından kurtulamayıp akıllarınca ismini kullananlar, Arap ve İran’ın kültürünü din zannedip her fırsatta müstemleke basını ile elele verip küçümsemeye, yıpratmaya, unutturmaya ve değiştirmeye çalışanlar varsa da, Namık Kemal, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Mehmet Akif Ersoy ve onların fikir babaları Türk düşünürleri ile moderniteyi, ilim ve bilimi dünyaya öğreten alimlerimiz ile devlet adamları, unutturulmaya çalışılsa da, üzerine titrediğin “Türk Milletinin dili Türkçe’dir, Türk Dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir” diye tarif ettiğin Türkçe’miz batı dillerinin etki sahası altında yozlaştırılmakla ise de, “Zaferleri ve geçmişi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk Ordusu!” dediğin Türk Silahlı Kuvvetleri Cumhuriyet düşmanlarınca yıpratılmaya çalışılmakta ise de, “Cumhuriyetin kanunlarına ve medeniyet düşmanlarına karşı kullandığı bir kalkandır” dediğin Türk Polisi yetkisiz ve hale getirilmek istense de...
Biz, HAK'A YÜRÜYÜŞÜNÜN 80. YILINDA dahi ve mütemadiyen, seni daha çok anlamaya ve anlatmaya çalışarak fikirlerini, eserlerini yaşatmaya, ideallerini gerçekleştirmek için çalışmaya ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni korumaya devam edeceğiz. Çünkü dediğin gibi, “Biz ne Bolşevikiz, ne de komünist. Ne biri ne de diğeri olabiliriz. Çünkü biz Milliyetperver ve dinimize karşı saygılıyız.” Çünkü, “Türkler demokrat, hür ve sorumlu vatandaşlardır” ve biz Türk’üz.
Selam ve Dua İle!......