Türkiye'de Demokrat Parti eliyle 1950 sonrası uygulanan politikalar incelendiğinde iç ve dış dengeler göz ardı edilme pahasına ABD yanlısı politikaların hayata geçirmek istediği görülür. Bunda başta Rusya faktörünün etkisi büyük gibi görünse de uluslararası gelişmeleri yeterince takip edememenin rolü daha da büyüktür. Bu süreçte Türkiye’nin ABD’nin direktifleriyle hareket ediyor görüntüsü vermesi içte ve dışta birçok sıkıntının da sebebi olacaktır. Öncelikle Türkiye Rusya’ya karşı Avrupa-ABD’nin yanında olabilmek için birçok taviz vermiş, fedakârlıklar yapmıştır. Kore'ye asker göndermek gibi birçok masum vatandaşını feda edebilecek kadar gözünü karatmıştır! Masum canların karşılığında NATO üyeliği ile ödüllendirilmiştir.

ABD’nin Türkiye’ye biçtiği rol Sovyet Rusya'nın Boğazlar yoluyla Akdeniz'e inmesini engellemek ve Kafkaslarda durdurulmasından başka bir şey değildir. Aynı rol Yunanistan'a verilmiş ve Yunanistan’a verilen görev Sovyet Rusya’nın Balkanlar'da komünizm tehdidini önlemek, bölgede jandarmalık rolü üstlenmesini istemek ülke içinde birçok sorunu da beraberinde getirecektir. 

Türkiye'nin ABD ve NATO nezdinde Yunanistan’dan çok da farklı bir olduğunu söylememiz mümkün değildir.  Türkiye'nin 1950 sonrası görünüşte muhafazakarlık soslu bir yönetim ve söylem geliştirmesi bazı tarikat ve cemaatlerin önünün açılması, mitinglerde dini söylemlerin ön plana çıkarılması, halkın DP hükümetine olan desteğini arttırmış gibi görünse de devlet ve rejime karşı tehdit algılarını güçlendirmiş ve merkezi elinde bulunduran bürokrasi, askeri çevreler başta olmak üzere birçok dengeyi sarsmış, rahatsız etmiştir. 

Demokrat Partinin tarım, ziraat, küçük sanayi alanlarında tarımsal kalkınma yoluyla halkın ekonomik gelir düzeyini artırma çabaları 1957’ye kadar kısmen olumlu seyretse de bu tarihten sonra özellikle tek parti anlayışından kaynaklanan baskılar zaman içinde aydın çevrelerin, burjuvazinin,  basının ve askerin desteğiyle halk nezdinde Demokrat Parti'den kurtulma arayışına ve eğilimine dönüşecektir.

Gerek İnönü döneminde gerekse Demokrat Parti döneminde halkın ekonomik beklentileri ve aydın çevrelerin tam demokrasi, tam bağımsızlık beklentileri tam olarak karşılanmamıştır.

Bir yandan ekonomi öte yandan demokratik beklentilerin yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti’nin milleti ve devletiyle bölünmez bir bütün olarak devam etme refleksi merkezi elinde bulunduran güçlü bazı çevreleri, özellikle askeri ve aydın çevreleri fazlasıyla rahatsız etmeye başlayacaktır. 

Demokrat Partinin İnönü’nün izni ile icazetiyle kurulmuş olması DP’lilerin İnönü'nün her zaman desteğini aldıkları, alacakları anlamına gelmemelidir. 

İnönü ülkeye yeni ekonomik açılım kazandırmak ve ABD ile imzalanan 12 Temmuz 1947 Yardım Antlaşması’nın şartlarını yerine getirmek ve Mecliste çok sesliliği gerçekleştirmek, yeni bir uluslararası açılım kazandırmak amacıyla DP’nin kurulmasına izin vermiş ve desteklemiştir.

İç politikada ülkenin milli çıkarlarını zedeleyecek durumun hâsıl olduğu şeklinde köpürtülen ancak özellikle DP’nin 1957 seçimleri sonrası Sovyet Rusya ile dirsek teması kurması sonuncunda ABD’nin gözünden düşmesiyle Türkiye’de ülke yeni iktidar arayışlarına girilmiş görünmektedir.

Demokrat Partiye karşı zaman içinde başta muhalefet, askeri çevreler ve İnönü'nün DP’nin gemi azıya almışçasına ülkeyi karmaşaya sürükleyecek birçok konuda tavizkar tutumları karşısında ciddi tedbirler almaya itmiş görünmektedir.

 DP’nin birçoğu gerçekleşmese de ülke için yaptığı çalışmalar 1957 sonrası inişe geçtiği iç ve dış çevrelerin yeni iktidar arayışlarına başladığını söylemek mümkündür. DP’nin güç zehirlenmesi yaşadığı ve ülkeyi tekelci yönetimle yönetmeye çalıştıkları gözlerden kaçmaz. Yolun sonuna doğru gidildiğini gören demokratik bazı çevreler ülkeyi karşıt cepheleştirme yoluna gideceklerdir.  

Vatan Cephesi adıyla Demokrat Parti’nin kurmuş olduğu gençlik teşkilatlanmaları ülkenin sorunlarını azaltmayacak aksine daha da içinden çıkılmaz hale doğru götürecektir. 

DP ve Kıbrıs Türkleri

1950 sonrası Demokrat Parti’yi bekleyen en önemli sorunlardan birisi de Kıbrıs konusudur. Kıbrıs 1978 Berlin Antlaşmasından sonra İngiltere’ye kiraya verilmiş bir Türk adasıdır. Ancak İngiltere Kıbrıs’tan çıkarken Kıbrıs’ın yönetimini Rumlara bırakarak gitmiş ve Kıbrıs Sorunu uluslararası hale gelmiştir.

Türk toprağı olan Kıbrıs 1914'te İngiltere tarafından tek taraflı işgal edilmiş, 1925'e kadar askeri işgal altında Britanya İmparatorluğu'nun bir parçası olarak kalmıştır. Kıbrıs resmi olarak 1925'ten 1960'a kadar İngiliz Kraliyet kolonisi olarak kalmıştır. 

Kıbrıs’ta İngiltere’nin göz yummasıyla Rumlar lehine gelişmeler görülmüş ve  EOKA Rum terör örgütü Türk soykırımına başlamıştır. Bunun üzerine Türkiye DP Hükümeti döneminde Kıbrıs Türklerinin yanında olduğunu dünyaya duyurmuştur.

Değerli Türk bilim insanı, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü'nün hükümet politikası olarak görmezden geldiği Kıbrıs Türkleri konusunda ‘Kıbrıs gibi bir sorunlarının olmadığı’ görüşü 1954 sonrası Kıbrıs Türklerinin Yunan ve Rum baskı ve zulümleri ve seslerini yükselmeye başlamalarından itibaren değişmeye başlamıştır.  İngiltere'nin Kıbrıs'ı tek başına Rumlara bırakmama düşüncesi Türkiye'yi de Kıbrıs'a adeta zorla çekmek istemesi ve daveti üzerine Türkiye Kıbrıs Türkleri konusunda 1954’ten sonra biraz da mecburen sahip çıkmaya başlayacaktır!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.