Bizim cemiyet ve manevi hayatımızda, zamanın içinden çıkıp iz bırakan, nice yüce gönüllü hizmet erleri mevcuttur.

 “Her ne ise, ister uzun bir seyahatle olsun, isterse doğrudan doğruya bu topraklara kavuşmuş olsun, ister âlim, ister şair, ister asker, ister tüccar olsun; bu toprağa maya atan yüce gönüllü insanın kültür tarihimizde tek bir ismi vardır: Horasan ereni… Bu toprağı o mayalamış ve Rumeli’ni Anadolu’ya tebdil etmiştir. Nitekim hangi Anadolu şehrine giderseniz gidin, mutlaka orada bir yüce gönüllü insanın, bir Horasan ereninin izine rastlarsınız.

   Anadolu: Horasan Erenlerinin Mayaladığı Topraktır. Rumeli’ni Anadolu’ya dönüştüren iksir, Hoca Ahmet Yesevî, Ebû Said Ebu’l-Hayr ve Necmeddîn-i Kübrâ gibi Horasan’ın ilim ve irfan şehirlerinde uyanmış bilge şahsiyetlerin nazarı ve sözüdür… Bu nazar ve bu söz, hikmet ve rubâî gibi nazma-şiire bürünmüş, aktarıla gelen söyleyişlerle menkıbeye dönüşmüş ve kitaba dönüşen söz ve sohbetle büyümüş, askerî akınlar, ticarî seyahatler ve göçlerle Rumeli’ne gelmiş ve bu toprağı mayalamıştır. Mayayı gönül heybesine koyup Horasan’dan getiren ve bu toprağa atanlar, alperen, gazi, abdal, eren, derviş, cân ve baba gibi isimlerle anılan yüce gönüllü kimselerdir. ”( Bilal Kemikli)

  “Tasavvuf büyüklerinden biri olan Ebû Saîd, Ebul Hayr, 967 tarihinde Horasan’da Serahs ile Ebîverd arasında bulunan Havran bölgesinde Meyhene (Mehne) kasabasında doğdu.  Babası sûfîlerin dostu olan ve semâ meclislerine devam eden bir attardı. Edebiyat ve şiir meclislerinin içinde oldu. Yedi yıl çok çetin çile hayatında bulundu. Çeşitli diyarları dolaştı buradaki âlim ve mutasavvıflardan faydalandı, dersler aldı. 

Ebû Saîd tekkede bazan sabahlara kadar semâ ve raks ediyor, nara atıyor, âşıkane şiirler ve ilâhiler okuyup coşuyor, sohbetine katılanları galeyana getiriyordu. Sık sık düzenlenen davetlerde ve ziyafet sofralarında coşkulu semâlar yapılıyordu. Maddi değerlere tenezzül etmiyordu. Çoştuğu, vecde geldiği zaman gönlünden geçenleri serbestçe ifade etmekten çekinmemiştir. Semâ meclislerindeki hali de daha sonra bu geleneği devam ettiren Mevlânâ’nın haline benzer. Bu meclislerde, sohbet toplantılarında ve vaazlarda söylediği sözler ve okuduğu âşıkane şiirlerle çevresindekileri derinden etkileyen Ebû Saîd’in şöhret ve nüfuzu o kadar çok yayıldı. Yine tasavvufî fikir ve hisleri çoğu Farsça olan şiirlerle, özellikle rubâîlerle ilk defa o ifade etmiş, Senâî, Ferîdüddin Attâr ve Mevlânâ bu yolda onun peşinden gitmişlerdir. Dost ve hayranları kadar düşman ve muhalifleri de vardır. Onu bazıları dost, sıddîk, bazıları da zındık olarak görür. Rindce yaşadı, Mevlânâ ve Yûnus Emre gibi bütün inançlara bir gözle, hoşgörülü baktı, insanlara müsamahalı ve yumuşak şekilde davrandı.”(Ebu Said, Tahsin Yazıcı)

   Tabii ki, artık zaman ve devir değişmiştir. Yüce gönüllü insanlar pek görünmez olmuştur, onlar nerelerdedir bilinmez? Dünya ise bir tamah, doyumsuzluk yatağı olmuştur. Şimdinin akıncısı ve ereni ise memleketine ve insanına faydalı olandır.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.