Lozan Barış Antlaşmasının 101.yıldönümünde vatanda bağımsız olarak yaşamanın önemini bir kez daha anlıyoruz.
Lozan Barış Antlaşması 24 Temmuz 1923’te II. TBMM tarafından resmen onaylandı. Lehte ve aleyhte birçok kitap, yüzlerce makale ve yazı yazıldı belgeseller hazırlandı. Ancak Lozan hakkında henüz kesin bir yargıya varılamadı.
Kadir Mısırlıoğlu’nun kitabına verdiği isim hiçbir zaman unutulmadı. Kadir Mısırlıoğlu hatasıyla, sevabıyla öldü gitti. Lozan hakkında her nedense bahsi geçen kişi gibi olumsuz yaklaşım sergileyen ve bilimsellikten uzak sözler, kitaplar ön plana çıkarılıyor! Hâlbuki Lozan üzerine yazılmış yüzlerce bilimsel çalışma var.
Lozan’da çizilen çerçeve Türkiye’ye dar geliyor. Bu yüzden lehte ve aleyhte konuşanların birleştikleri nokta Misak-ı Milli.
Lozan daha çok uzun yıllar daha unutulmayacak gibi duruyor. Zira Lozan hala geçerliliğini geçerliğini ulusal ve uluslararası alanda sürdürüyor. Lozan hakkında tartışmalar henüz bitmiş değil. Türkiye’nin iç ve dış politikasında birçok konuyu hala Lozan belirliyor!
Birçok yönden doğruluğu, bilimselliği tartışılan ve zamanında yasaklı yayınlar arasında yer alan Lozan’la ilgili yayınlar hala gizemini korumaya devam ediyor.
Bundan 101 yıl sonra Lozan hala gündemimizi belirleyecek mi bilemeyiz. Ancak bazı yazarlarımızın köşelerinde Lozan’dan bahsetmeye devam edeceğine eminim!
Lozan’la ilgili aleyhte konuşanlar İsmet Paşa’nın şu minvalde söylediği iddia edilen sözlerine takılırlar: “İsmet Paşa, kaldığı otelin lobisinde Türk ve yabancı gazetecilere düzenlediği basın toplantısında diyor ki: “Büyük fedakârlıklar yaptım, her şeyi kabul ettim...”
20 Kasım 1922’de Lozan’da masaya oturduğumuz ilk günden 4 Şubat 1923 Pazar akşamüstü görüşmelerin çıkmaza girmesine kadar devam eder I. Lozan görüşmelerinden bir sonuç çıkmamıştır. Zira I. TBMM milletvekilleri Misak-ı Milli sınırlarından taviz vermeyi yanaşmazlar.
Lozan görüşmelerine katılan gazeteci Ali Naci Karaca’nın “Lozan” adlı kitabının 191. sayfasında, İsmet Paşa’nın yukarıda zikrettiğimiz sözlerinin aynen olduğunu ifade eder.
“20 Kasım 1922’de Lozan’da masaya oturduğumuzda arkamızda büyük bir Milli
Mücadele zaferi vardı. Adaların hiç olmazsa bize yakın olanlarını niye almadık?
Kıbrıs’ı niye almadık? Boğazların yönetimini neden uluslararası komisyona
bıraktık? Niye laik bir medeni kanun yapacağımızı Lozan’da söyledik?
Bunun gibi yüzlerce soru…
Lozan görüşmelerini I.TBMM kabul eder miydi bilemeyiz? Ancak I. TBMM lağvedilip yerine II. TBMM açılmış ve Lozan görüşmelerine daha ılımlı ve yapıcı şekilde devam edilmiştir.
Lozan görüşmeleri ikinci kez 23 Nisan 1923’te yeniden başlamıştır. Ancak II. Lozan görüşmelerinde Lozan’a giden heyetin arkasında duracak I. Meclis milletvekilleri yerine II. Meclis milletvekillerine bırakmıştır.
I.Meclisin tavizsiz tutumu görüşmeleri tıkamış ve Türkiye Avrupa devletlerinin değişik baskı ve tazyiki altına girmiştir. Bu yüzden II. Meclis milletvekilleri çoğunlukla Lozan’ı kabule yatkın kişilerden seçilmiş olduğu görülmektedir.
Lozan Barış Antlaşması konusunda tüm tarafların benimsediği ortak bir doğru yok! Her kesim kendine göre değerlendirme yapmayı sürdürüyor. Lozan Barış antlaşmasına gidilirken zafer kazanmış bir ülke olarak gidiyor olmanın vermiş olduğu beklentilerin 24 Temmuz 1923’de kabul edilen antlaşma metninde karşılanamamış olmasının vermiş olduğu sıkıntılar hala devam ediyor… Bu açıdan bakıldığında ve resmi tezlerle Lozan’a katılan delegelerin yazmış olduğu hatıratlar ve bilimsel çalışmalara bakıldığında birbirleriyle uyuşmayan onca konu olduğu görülür. Bu durum ister istemez bazı gerçeklerin üzerinin örtülüp örtülmediği sorusunu akla getiriyor!
Lozan’ın üzerindeki tartışmaların sona erip ermeyeceği biraz da Türkiye’nin ileri görüşlülüğü ve bundan sonra üstleneceği bölge ve ülkedeki misyonuyla ilgili olacak gibi görünüyor. 814.500 km kareye sıkıştırılmış koskoca bir imparatorluğun devamı ve temsilcisi Türkiye Cumhuriyetinin Lozan’da belirlenen sınırları benimsemesini yeni Türkiye Cumhuriyetinin güçsüzleştirilmesini içselleştirmesini beklemek büyük yanılgıdır!
Batı basını bas bas bağırıyor. Batının Türkiye’nin teröre karşı operasyonlarının gerçek amacının Misak- Milli sınırları olduğunu bilmek teselli edici…
Türkiye’nin bölge ve dünyadaki uzak görüşlülüğü ve amacı ekonomik, siyasi ve kültürel hinterlandına sahip çıkmasıyla doğru orantılı olarak gelişecektir.
Misak-ı Milli sınırları yeniden gündeme gelmelidir. Gelmektedir. Misak-ı Millînin gündeme geliyor olmasında milli birlik ve sağlam iradenin büyük ölçüde sağlanıyor olması önemlidir.
Günümüzün ulusal ve uluslararası şartları her geçen gün Türkiye’nin, Türk dünyasının lehine gelişmelere gebedir. Türkiye’nin gönlünde bir yara olan Misak-ı Milli sınırları ve gönül coğrafyalarıyla olan bağları; Türk Devletleri Teşkilatı çatısı altında oluşturulacak güçlü ekonomik, askeri, siyasi ve teknolojik ve kültürel birliktelikler ölçüsünde gönül coğrafyalarımızla olan yakınlığın artacağını şimdiden görmek umudumuzu ve heyecanımızı arttırmaktadır.