Finansörü ABD ve siyasi hamisi AB’nin düğmeye basmasıyla eli kanlı terör örgütü PKK’nin “Öz yönetim” ilan ettiği günlerdi. PKK, öz yönetim ilan ettiği yirmiye yakın Güneydoğu Anadolu il ve ilçesinde “Öz savunma” adıyla oluşturduğu eli silahlı teröristlerle yol kesiyor, kimlik kontrolü yapıyordu. PKK bununla da yetinmeyip öz yönetim ilan ettiği gerekçesiyle başta Sur, Silvan, Nusaybin, Cizre, Silopi olmak üzere birçok yerde evlere tüneller kazarak vatandaşları kalkan olarak kullanıp güvenlik güçleriyle çatışıyor, sokaklarda çukur ve barikat terörüyle devlete karşı isyan başlatıyordu. Camileri, okulları yakıyor; ambulansları, itfaiye araçlarını kurşunluyor; güvenlik güçlerinin lojmanlarını havaya uçurarak kadınları ve bebekleri katlediyordu.
Hâl böyleyken “Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi” adıyla kerameti kendinden menkul, akl-ı evvel ve sözde aydın 1128 akademisyen, 10 Ocak 2016’da kamuoyunda “Barış Bildirisi” olarak bilinen rezalet niteliğindeki metne imza attı. Bu imzacı akademisyenlerden kimileri meslekten ihraç edildiler, kimileri disiplin cezaları aldılar, birkaçı da mahkûmiyetle tecziye edildi. Terör propagandası yapma suçundan cezalandırılan dokuz akademisyen, bireysel başvuru hakkını kullanarak AYM’ye müracaat etti. AYM, 26 Temmuz 2019’da mezkûr müracaatlara “hak ihlali” skandal kararını verdiğini açıkladı.
Yayımladıkları bildiriden dolayı tecziye edilen ve bireysel başvurularını ifade hürriyeti kapsamında değerlendirip hak ihlali verdiği AYM’nin tepki çeken ve maşeri vicdanı yaralayan skandal kararıyla mağdur kabul edilen sözde aydınlar, bir bakalım bildiride neler diyorlardı?
Güvenlik güçlerimizin dolayısıyla devletin vatandaşın güvenliğini sağlamak için terör örgütü PKK’yle ve PKK teröristiyle yaptığı mücadelesi ve operasyonları suç kabul ediliyordu ve bu suça sessiz kalınarak suç ortağı olunamayacağı belirtiliyordu, malum zevatça.
Sokağa çıkma yasağıyla vatandaşın aç ve susuz bırakıldığı; insanların yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı gibi temel insan hak ve hürriyetlerinin ihlal edildiği iftiraları atılıyordu devlete.
Devletin kasıtlı ve planlı kıyım uyguladığı iftirası atılıyordu.
Başta Kürt halkı olmak üzere bölge halkına katliam, bilinçli sürgün ve şiddet uyguladığı iftirası atılıyordu devlete.
Güvenlik güçlerimize ve devletimize bu iftiraları atan bu zevat; “Öz yönetim” ilan ederek ülkeyi bölmek için bahse konu bölgede isyana kalkışan, terörü ülkenin Batı bölgelerine de taşıyacakları açıklaması yapan, sokakları yakıp yıkarak hendekler ve barikatlarla dolduran PKK’li teröristlere tek cümleyle de olsa en küçük bir eleştiri, suçlama, kınama getirmiyordu. Tek cümleyle de olsa terör örgütü PKK’nin eylemlerinden, terörden, teröristten söz edilmiyordu. Üç aylık bebekleri ve üç yüzden fazla vatandaşımızı katleden, yedi yüz doksan üç güvenlik görevlimizi şehit den bu katillerin eylemlerine en küçük bir atıfla bile değinilmiyordu.
Bu utanç vesikası bildirinin bu anlayışı, terör destekçiliği değil midir? Terör destekçiliği ve terörün meşrulaştırılması çabaları hukuksuzluk ve suç değil midir?
Bu bildiriye imza atan anlayış, PKK terör örgütünün ülkeyi bölmek amacıyla “Öz yönetim” ilan etmesinin Anayasa’nın 3. Maddesi’ndeki “Türkiye Devleti, ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bir bütündür….” ilkesine göre suç olduğundan habersiz midir?
Kuru iftiralarla devleti karalamaya yönelik bir üslupla ve anlayışla kaleme alınmış bu bildiri 3713 Sayılı “Terörle Mücadele Kanunu”na göre suç oluşturmaz mı?
Mezkûr bildiride dolaylı olarak teröristlerin hak, hukuk ve temel insan haklarından bahseden anlayışın katledilen on binlerce insanımızın ve şehit edilen binlerce güvenlik görevlimizin yaşam hakkını görmezden gelerek yok sayması vicdansızlık değil midir?
Bu bildiriye imza atan anlayışı ve bu anlayışı ifade hürriyeti kapsamında değerlendiren anlayışı; şühedanın ervahı, gazilerimiz, şehit yakınları ve maşeri vicdan lanetleyeceklerdir.
Eyvallah!
Yüreğin yetiyorsa "Valilere operasyon yapmayın diye talimatı ben verdim" diyen kişiyi de yazsana.