Vakıf hukuki manada; mal olarak tabir edilen, Gayrimenkul, para veya her nev’î eşya topluluğunun, bir gâye uğruna, kamuya tahsis edilmesi suretiyle meydana getirilmiş, bir sermaye birikimidir. Bu sermaye birimi Kanunların gerektirdiği kuruluş merasimini tamamlaması ile, yine hukuki anlamda bir hükmî Şahsiyet kazanır. Yani gerek kamu gerekse özel şahıslar karşısında hak ve yükümlülüklere sahip bir tüzel kişi olarak hayatiyet bulur.
Medeniyet ise; şehir manasındaki Medine kelimesinden gelmekte olup, şehirli, şehre ait, şehirde yaşayan kimselerin meydana getirdiği, maddî manevî nitelikleri yükselmiş, ilim, fikir san ’at alanında ilerlemiş ve hayat tarzı ile bir refah toplumu halini almış, güvenli yaşam imkânları ile donatılmış toplumsal alanların ulaştığı yaşama biçimi olarak tarif edilebilir.
İşte bu iki mefhum, tarih sahnesinde, birbirini arayan, arkalayan ve tamamlayan müesseseler olarak karşımıza çıkar.
Nitekim tarihi seyri içinde vakıf uygulamasının, İbrahim Peygamberin, Kâbe’yi inananlara, ibadet etmeleri için tahsis etmesi ile başladığı ifade edilmektedir. Yine Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Medine’deki hurma bahçelerini, Müslümanlara tahsis etmesiyle, şahsi mallarının kamuya mal olması sonucu doğmuş ve böylece şahsi mülkiyet kalkarak amme menfaatine geçtiği kaydedilmiştir. Hz. Ömer’de Hayber Kalesinin Fethinden sonra kendisine ganimet olarak düşen araziyi, kendine mal etmeyip Allah yolundaki fakirlere tahsisi etmesi, ilk vakıf örnekleri içinde gösterilmekte ve vakıf müessesinin kurulması yolunda ilk uygulamalar olarak değerlendirilmektedir.
Türk Tarihinde ise, vakıf medeniyeti zirveye çıkmış, başta Cami, mescit, Tekke, Dergâh, Hangâh gibi ibadethaneler, Han, Hamam ve kervansaray gibi sosyal alanlar, darüşşifa gibi hastaneler, yoksul halkı doyuran imarethaneler ve aşevleri, medreseler gibi eğitim merkezleri, çoğunlukla vakıflar eliyle kurulmuş ve işletilmiş, hatta birçoğu günümüze kadar gelmiştir.
Türk İslâm tarihinde gösterilen ilk vakıflardan biri, Karahanlı Tamgaç Han’ın 11. Yüzyılda Semerkant’ta inşa ettirdiği Külliyenin giderlerini karşılamak için tesisi ettiği vakfiyedir.
Osmanlı Türk Asırlarının daha başında, Orhan Gazi; “mal odur ki, hayra sarf oluna” diyerek İznik’te ilk yaptırdığı medreseyi vakfetmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman’ın Sadrazamı Lütfü Paşa, Asafnâme adlı eserinde; “bir devlet adamının mallarını üçe ayırması, birini harcaması, birini tasarruf etmesi, birini de hayır işlerine harcaması” gerektiğini yazmıştır. Bütün Osmanlı Padişahlarının, Hanım ve Valide Sultanların, Sadrazam ve Vezirlerinin ve dahi varlıklı kimselerin, kendi adlarına yaptırdığı çok sayıda vakıf mevcuttur. Hatta bu vakıfların büyük ekseriyetinin Hanım veya Valide Sultanlar tarafından, yani kadınlar tarafından kurdurulmuş olduğu şayanı dikkattir.
Vakıf mallarının semere ve mahsullerinde oluşan gelirler ile, vakıf gayesi içinde olan; İbadethanelerin ve eğitim yerlerinin bakım ve onarılmasından, Hayvanlara yardım edilip, beslenmesinden, fakirlerin doyurup, giydirilmesine, kimsesiz çocukların eğitim ve öğrenimine kadar pek çok konuda hayır işeri yerine getirilmiş olup, Selçuklu ve Osmanlı döneminden, Cumhuriyet döneminde intikal edenlerinin sayısı 52.000 civarındadır. Ki bütün bu tarihi vakıflar “Eski Vakıflar” olarak adlandırılırlar.
Cumhuriyet Dönemi içinde Türk Medeni Kanun’un kabul edilmesi ile birlikte, bu kanun hükümleri çerçevesinde kurulmuş vakıflar ise, “Yeni Vakıflar” adı altında sınıflandırılırlar. 1926 tarihli Medeni Kanun’a göre de vakıflar yine; “gerçek veya tüzel kişilerin yeterli miktarda mal veya hakları belirli ve devamlı bir maksada tahsis etmeleri ile oluşan, tüzel kişiliğe sahip mal toplulukları” olarak tanımlanmıştır.
Yeni bir vakıf, vakfın gayesini ve vakfedilen malları gösteren, Noterde düzenlenecek resmi bir senet ile veya ölüme bağlı bir tasarruf olan vasiyetname ile kurulur. Resmi kuruluş senedi Vakıflar Genel Müdürlüğüne gönderilir iken bir yandan da vakıf merkezinin bulunduğu Asliye Hukuk Mahkemesinde tescili için bir dosya açılır. Bu dosya aynı zamanda vakfın sicil dosyası olarak kalır ve ileride gerekir ise yapılacak ilave ve değişiklikler de yine bu dosya üzerinden ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün onayı da alınarak yapılır ve muhafaza edilir.
Yeni vakıfların eskiye nispetle daha fazla, ilim, fikir, kültür ve san ’at hayatıyla ilgili olmalarını, hatta birçok üniversitenin de vakıf eli ile kurulup işletilmekte olduğunu da bir tespit olarak kaydetmeliyiz.
Bu şekilde, yine özü insana ve insanlığa hizmet noktasında, eğitim, kültür ve cümle hayır ve yardım kurumlarını barındıran eski ve yeni vakıflar, medeniyetimizin bir sonucu ve dahi bir parçası olarak, sosyal hayatımızın içinde yaşamaya devam etmektedirler.
Av. Cemil Altınbilek