Atatürk sonrası yeni bir aşamaya geçilmiş ve Milli Şef döneminde daha çok Alman nasyonal sosyalizminin etkisi altında kalınmış görünmektedir. Bir yandan Türklük,Türkçülük, Türk Milliyetçiliğini benimseyen öncü şahsiyetler hapse atılıp işkencelere maruz bırakılırken diğer yandan da Milli Şefin ulus devlet anlayışı ve algısı güçlendirilerek Türkiye’nin daha çok Batı hatta Yunan ve Roma’ya yakın durduğu bir dış politika izlenecektir. Bu dönemde Türk dünyası ile bağların çok zayıfladığı anlaşılmaktadır.
Atatürk döneminde benimsenen milli devlet anlayışı, Türk dünyası ile kültür köprülerinin güçlendirilmesi gerektiğine inanmış, aktif dış politika, Türklük anlayış ve uygulamaları yerini İnönü ile başlayan Milli Şef döneminde ulus devlet anlayışına bırakmış ve daha çok Batı merkezli anlayış ve uygulamalar ağırlık verilmiştir. Aynı uygulamalar ve batı merkezli anlayışı ve algısı DP Döneminde (1950-1960) ABD merkezli iç ve bir dış politika anlayışına evrilmiş, iç politikada abanın, çevrenin sesi iktidarda kalabilmek uğruna kısmen dinlenmeye başlanmıştr.
1960 darbesinden sonra merkezi elinde bulunduran güç Milli Şef dönemindeki anlayışa geri dönmüş görünmektedir. 1960 Darbesi sonrası İnönü’nün etkisiyle merkezi elinde bulunduran çevreler faaliyetlerine kaldığı yerden devam etmiştir. 1971 muhtırası ve 1980 darbesinin sonununa kadar devam ettiği görülen merkezin çevreye karşı olan, tabandan gelen milli ve demokratik seslere kulak tıkayan anlayışın devam ettiğini söylemek mümkündür.
CHP’de Atatürk’ün ölümüyle başlayan ve halen devam eden kutuplaşmada Alman-Batı etkisinin devam ettiği göstermesi açısından dikkate değerdir. Söz konusu kutuplaşma ve anlayışın 1960’lardan kalma İnönü döneminin anlayışı gibi görülse de kökünün daha derinlerde aranması gerekmektedir.
1980 sonrası ANAP iktidarıyla birlikte Türkiye’de sermaye el değiştirme sürecine girmiş ve Anadolu’da başlayan ekonomik değişim toplumsal taleplerin yönünü klasik algılardan daha çok muhalif ve merkezi yönetme talepleri bulunan-merkezin yıllarca dışladığı çevrelerin lehine doğru evrimle eğilimi göstermiş, hatta bu anlayışla tabandan gelen çevresel gücün 2000’li yılladan itibaren sermayeyi, merkezi ele geçirerek iktidarın ve devlet anlayış ve algısının yönlendiricisi haline geldikleri görülmektedir.
Toplumsal talepler sermaye ile at başı giden bir eğilim gösterir. Bu eğilimde sermaye ve sermayeyi elinde bulunduran kesimlerin kitle iletişim araçlarını ne derece kullanıp kullanmadığı, uluslararası sermaye ve güç çevreleriyle ilişkileri de doğru orantılı bir süreç söz konusudur. Sermaye, iktidar, merkez- çevre ve iç ve dış toplumsal talepler üçgeni içerisinde kültürel değişim ve gelişmeler; toplumu yönlendirme, askeri ve siyasi hedefler, uluslararası politikalar her zaman kaygan zemin üzerinde gidip gelmektedir.
Türkiye’de son çeyrek yüzyılda görülen bir gerçek vardır ki o da uzun yıllarca merkezi elinde bulunduranlar tarafından görülmek istenmeyen, yok sayılan ve belki de sonuçları öngörülemediği için merkezi-sermayeyi ele geçirebilecekleri öngörülemeyen, ihtimal verilmeyen ve biraz da dışlanan taşra- köylü olarak görülen, küçük sermayelerin güçlenmesine tanık olduğumuz gerçeğidir.
Sermayeden medyaya, eğitimden uluslararası sermaye ve dış politikaya kadar geniş bir yelpazede kendisini güçlü bir şekilde hissettiren, nüfuzlarını belli eden söz konusu çevresel gücün, tabanın merkezi elinde bulunduran kurum ve kişileri çepeçevre sarmalaması, merkezden yana tavır alan ekonomik güçlerin merkezden dışlanmasına, kenara çekilmesine ya da sureti haktan görünerek farklı isim ve kisveler altında merkezi yönetenlerle faaliyetlerine devam etmesine neden olmuş görünmektedir.
Türkiye’nin son çeyrek yüzyılında yaşadığı kültürel, ekonomik, siyasi değişim ve dönüşümler önümüzdeki süreçte daha da derinleşecek gibi görünmektedir.
Önümüzdeki süreç ulusalcı-milliyetçi-Atatürkçü-Türkçü- Turancı-İttihatçı anlayışın dünyada merkezi elinde bulunduran sağ ve ulusalcı iktidarlara paralel olarak daha da güçlenmesine zemin hazırlayacak potansiyele sahip olduğu göstermektedir.
Türkiye’de faaliyet yürüten birçok siyasi partinin Osmanlı’dan tevarüs eden İttihatçı ve İtilafçı damardan beslendiklerini gözlemlemek mümkündür.
Türkiye’de ve Türk dünyasında Türk Yüzyılının amacına ulaşıp ulaşamayacağı önümüzdeki süreçte iktidarların beslendiği damar ve referans kaynaklarına göre şekillenecektir.
Türk dünyasında ülkelerini yöneten iktidarlardan devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğü gönülden benimseyen, hukukun üstünlüğüne bağlı, Türk dünyasına, Türk kültür hinterlandına ekonomik, siyasi, askeri, kültürel, teknolojik ve düşünce alanında Türk dünyasına hizmet etmesi istenecektir.