Kültür (hars), bir milletin inançlarından kaynaklanan ve tarihi süreçte üretilen maddi-manevi değerlerin bütünüdür.
Her milletin kültürü; milli olması, nesilden nesle tevarüs etmesi, özgün (orijinal) olması, anonim olması, kendi kendini yenilemesi ve özünün değişmezliği gibi hususiyetlere sahiptir. Milletin bekası için, tarih içinde kültürün bu özelliklerini muhafaza etme mecburiyeti vardır. Aksi takdirde milletin varlığını devam ettirmesi, kültürün yozlaşması nispetinde tehlikeye girecektir. Bu münasebetle “ebet-müddet” milletini ve devletini yaşatmak idealindeki Müslüman-Türk milletinin de bu iddiasını hayata geçirebilmesi için, milli kültürünü bütün hususiyetleriyle ve de bilhassa özünü muhafaza ederek gelecek nesillere tevarüs ettirmesi elzemdir.
Merhum Mütefekkir ve Cumhuriyet Dönemi Türk romanının zirve ismi Üstat Peyami Safa, ellili yıllarda bu husustaki tehlikeye bir makalesinde şöyle işaret etmektedir:
“…. Milli kültür kaynaklarıyla teması kesilen nesiller, yabancı kültürlerin baskısı altında şahsiyetlerini, yaratma ve icat etme kabiliyetlerini, kendilerine güvenlerini kaybetmek, yabancı kültür tabiiyetine girmek tehlikesi ile karşılaşacaklardır.
Evvela gençliği milli kültür hazinelerimizle doğrudan doğruya temasa gelecek surette lüzumlu bilgilerle cihazlandırmak lazımdır….” (Peyami Safa, Milliyet, 22 Ocak 1959)
Hiç şüphe yok ki her kültür gibi milli kültürümüz de canlı bir hususiyet arz ettiğinden tarihi seyri içinde kendini yenileyerek değişecek ve gelişecektir; ancak bu yenilenme ve değişme asla milli kültürün temeline ve özüne dair olup milli kültürün özüne zarar vermemelidir. Zira özü muhafaza edilemeyen kültürün, nesillere tevarüs ettirilmesinin milletin ve devletin varlığını idame ettirmesi açısından bir manası olmayacaktır. Son dönemlerde milletin ve devletin üzerine düşen bu milli vazifenin bihakkın yapıldığının söylenmesi oldukça zor.
Yabancı kültürlerin baskısı altında kalması sebebiyle milli kültürümüzdeki yozlaşma, milli kültürün önemli unsurlarından biri olan dil ürünlerimizden atasözlerinde ve deyimlerde kavrayış yanlışlarını, muhteva boşluğunun oluşmasını ve anlam değişmeleri yoluyla anlam kaymalarını doğurdu.
Bugün, “Kolay ve emeksiz kazanılan şeyler elden kolay çıkar.” ve “ Bir kimsenin haramdan kazandığı paranın kendisine bir hayrı ve yararı olmaz.” gibi olumsuz manalar yüklenerek kullanılan “Hayy’dan gelen, Hu’ya gider.” atasözü, “Hayy” ve “Hu” lafızlarının manaları dikkate alınmadığından anlam değişmesi yoluyla anlam kaymasına uğrayarak kastedilen mananın dışında kullanılmaktadır. “Hayy” lafzının Allah’ın güzel isimlerinden (Esma’ül- Hüsna) olması ve “Hu” lafzının (Hüve-O-Vücut) Allah’ın zati sıfatını işaret etmesi hasebiyle mezkûr atasözü “Allah’tan gelen, Allah’ gider.” şeklinde anlaşılmalıdır. Her ne kadar bu anlam kaymasını kabul etmeyen ve atasözünün hikâyesini bir tarikatın seyr-i sülukundaki zikrine bağlayan bir kanaat olsa da “Hayy” ve “Hu” lafızlarının manasının ve ruhunun bugünkü nesle tevarüs ettirilmesi için gerekli iklimin hazırlanamadığı, bu sebeple de tevarüs ettirilemediği gerçeğine bu kanaatin de itirazı olamaz sanırım.
Günümüzde “emir kulu”, herhangi bir işi verilen bir emir gereği yerine getirmek zorunda olan kişiyi tanımlamak için kullanılan bir deyimdir. Verilen emrin yasal, ahlaki, insani, meşru, helal olduğuna bakmaksızın ve sorgusuz sualsiz yerine getirme mükellefiyetinde olan kişi anlamında kullanılmaktadır. Bu anlayış, milletimizin inancından sadır olan milli kültürle örtüşmemektedir. İslam inancı, kula kulluğu ve her türlü puta kulluğu külliyen reddeder. İnsan yalnız Allah’a kuldur. Aslında bu deyimin, emri verenin ancak Allah olduğunun ve insanın da ancak Allah’a kulluk yaptığının vurgulanması için kullanılması gerekirken, milli kültür unsurlarının yeni nesillere tevarüs ettirilememesi sebebiyle kültürel yozlaşma sonucu anlam değişmesi yoluyla anlam kaymasına uğrayarak yanlış manada kullanılması ortaya çıkmıştır.
Aynı kültür kopukluğunu “eli kulağında” deyiminde de görmek mümkün. Herhangi bir hadisenin pek yakında vuku bulacağı, gerçekleşmek üzere olduğu, olması çok yakın anlamını muhtevi “eli kulağında” deyiminin Bilal-i Habeşi’ye kadar giden hikâyesini bir tarafa bırakırsak, ezan okumaya başlayan müezzinin elini kulağına götürmesi geleneğini, bugün hayatın içinde yeni nesillere aktaramıyoruz. Bugünkü kuşak, bu deyimin ihtiva ettiği manayı ezbere bilse bile minarenin şerefesinde dolaşarak eli kulağında ezan okuyan müezzinin olmaması sebebiyle bu deyimin kullanılmasında muhteva boşluğu oluşmakta ve bu durum da beraberinde kültürel yozlaşmayı getirmektedir.
Eyvallah!