1940’lı yıllarda İnönü hükümetinin bir yandan sol diğer yandan Türkçü çevrelere karşı yaptığı baskılar aydınlar arasında nasıl memnuniyetsizlik yarattıysa aynı durum Demokrat Partinin özellikle 1957 seçimleri sonrası partisini desteklemeyenleri ‘Komünist’ olarak damgalaması muhalefeti sindirme, susturma politikaları birçok çevreyi rahatsız etmiştir. Üniversiteler başta olmak üzere aydın, asker ve bürokrasi çevreleri bu duruma karşı yeni bir arayış, konumlanmaya gideceklerdir.
Demokrat Parti’nin sembolik de olsa ezanı Arapçaya dönüştürmesi, imam hatip okullarını yaygınlaştırması, tarikat ve dini yapılanmalara göz yumması, yandaş gazete ve yazarlara örtülü ödenekten para aktarması halkın Demokrat Parti'ye desteğini 1957 sonrası daha da düşürecek ve halk Demokrat Parti’den uzaklaşmaya, merkeze yönelmeye başlayacaktır.
DP kurulmadan önce kendilerini Cumhuriyet Halk Partisinden daha solcu olarak gören parti kurucularının iktidara geldikten sonra popülist politikalarla rejimi tehdit edebilecek söylemlere girişmesi, bazı tarikatlara ortam hazırlanması, DP’nin dindar bir parti olup olmadığını gösterir mi tartışılır. Parti’nin çoğunluğun geleneklerine hitap ederek iktidarda kalabilmek amacıyla dini ve gelenekleri kullanıp kullanmadığı ayan beyan ortadadır.
Partinin uyguladığı göstermelik muhafazakâr-milliyetçi politikaların halk kesimlerini yanına çekme gayreti olduğunu düşündürmektedir.
Demokrat Parti'nin kurulmasında Batı- ABD’nin Türkiye'yi demokratikleşmeye götürmek için yaptığı baskıların büyük rolü vardır. Bunu gören İnönü’nün onayıyla ve adeta teşvik ettiği Demokrat Parti’nin iktidara geldikten sonra uyguladığı ABD-Batı yanlısı politikaları kendilerini ele vermektedir.
DP iktidara geldikten sonra Amerikan çizgisinden ayrılmamış, Amerika'nın bölgedeki jandarmalığını üstlenmiş, Amerika'nın Türkiye'de her türlü kültürel, siyasi, askeri, istihkâm ve ekonomik faaliyetlerinin önünü açmıştır. Bu durum sonuç itibarıyla hiç te Türkiye’nin yararına olmayacaktır. Sonuçlarını halen yaşamakta olduğumuz sürecin 1947 sonrası CHP ve DP eliyle temelleri atılmış görünmektedir.
Günümüzde Türkiye'nin içinde bulunduğu şartlar göz önünde bulundurulduğunda Batı-ABD’ye karşı Milli Mücadele veren bir millet ve devletin 1945 sonrasında uyguladığı Batı-ABD’ye ram olma politikaları (Lozan'a ve Atatürk'ün tam bağımsızlık anlayışına rağmen) batıyla adeta bütünleşme, her koşul ve şartta ABD’nin isteklerine boyun eğme politikalarının anlamak mümkün değildir!
Türkiye'nin tek taraflı olarak ABD’nin yanında yer alma çabaları Rusya'nın baskıcı politikalarına karşı dengeleyici bir unsur olarak düşülse ve Rusya'ya karşı ABD sayesinde bağımsızlığı koruma içgüdüsü olarak ifade edilse de sonuç itibarıyla bunun böyle olmadığı, Türkiye'nin dünyadaki gelişmeleri yakından takip etmediğini söylemek mümkündür. Türkiye'nin 1957 sonrası Sovyet Rusya'nın uluslararası politikaları ve dünyayla barışık yaşama çabaları ABD’yle arka planda görüşme girişimlerini yeterince takip edemediğini, uluslararası birçok gelişmeden uzak kaldığını, Türkiye'yi Sovyet Rusya tehdit ve korkusuyla ABD’nin yanında tutma senaryosunun ülke üzerinde amacına ulaştığını üzülerek belirtmemiz gerekir.
Türkiye dönem dönem iki ara bir dere politikası ile karşı karşıya getirilmiştir. Bazen Sovyet Rusya tehdidinin vermiş olduğu endişeyle kendini ABD’nin yanında konumlandırmış, konuşlandırılmıştır. Bu bir dış politika tercihi ve uluslararası sistemin dayatmaları olarak karşımızda durmaktadır. Hâlbuki Rusya'da Stalin'den sonra uygulamaya çalıştığı ılımlı politikalar ve dünyayla barışık yaşama politikaları, Kuruşçev’in ortaya koyduğu yeni Sovyet dış politika modelinde Türkiye'ye karşı bir tehdidin olmadığı, aksine barış politikası güdülmeye çalışıldığını göstermektedir.
Demokrat Parti’nin eğitimden kültüre, siyasetten dış politikaya birçok yönden kendini tamamen ABD’ye endekslediği görülür. Hatta Türkiye'nin tam olarak reddedemeyeceği ve bugün dahi devam eden birçok politikasının o günlerde doruk noktasına ulaştığını, Demokrat Parti'nin onayı ve isteği ile ülke geneline, zihinlerimize yerleştiğini söylemek mümkündür. Bunda elbette Cumhuriyet Halk Partisiyle başlayan birçok uygulamanın da rolünün olduğunu söylememiz gerekir.
Demokrat Parti'yi Amerika'nın gözünden bakmak, Amerika’nın Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi gibi partileri de açık ve gizli olarak destekleyerek Türkiye'de neler yapmak, hangi politikalarını gerçekleştirmek istediğini realist bir şekilde Türkiye’nin milli çıkarlarına uygun olarak ortaya koymak gerekmektedir.
Aynı değerlendirmeyi Rusya'nın Türkiye'de neler yapmak istediğini, Türkiye'de desteklediği bazı çevreler eliyle Türkiye'ye asker gönderip göndermek istemediğini, Türkiye'nin Doğu Bloku ülkeleri içerisinde bir ülke haline gelmesini sağlamak amacıyla yaptığı çalışmaları ortaya koymak gerekmektedir.
1940 Milli Şef Dönemi olarak kabul edilen İnönü döneminde totaliter bir anlayışın benimsendiğini, 1950-60 arası Demokrat Parti dönemleri, Adalet Partisinin iktidarları ve 1980 sonrası Özal başkanlığında Anavatan Partisi'nin iktidara gelme dönemleri ile Batı-ABD’nin Türkiye'den beklentileri ve Türkiye’yi götürmek istediği yer ile ilgili önemli çalışmalar yapılmalıdır.
Demokrat Parti ve CHP çizgisinde kurulan siyasi partilerin birbirlerine zıt siyasi görüşler gibi görülmeleri tamamen bir yanılsamadır! İki ana görüş çizgisinin bazı çevrelerin kutsal alanı olarak görülse de günümüzde bunların kuruluş felsefeleri incelendiğinde çok da farklı olmadıklarını söylememiz gerekir. Hatta Demokrat Parti'nin Batı'nın söylemleri ve uygulamaları çerçevesinde ‘Sol’, muhalif, merkezi çevreleyen halk kesimlerinin temsilcisi bir parti olduğunu Cumhuriyet'in kurucu partisi olan CHP’nin ise merkezi temsil ettiğini, devletle bütünleştiğini söyleyebiliriz. Devletle-merkezle bütünleşen İttihatçı anlanışı temsil eden CHP’nin tarihten getirdiği korumacı refleksi onu bazen orduyla, bürokrasiyle, aydınlarla; devleti ve rejimi korumak ve kollamak amacıyla harekete geçirebildiğini de görmemiz gerekir. Bu durum günümüzde tam tersine dönmüşe benzemektedir. Milliyetçi-muhafazakâr çizgiden gelen partilerin merkez-devletçi anlayışa sahip olmaları İdris Küçükömer’in ‘Düzenin Yabancılaşması’ kitabında ortaya koyduğu tezi haklı çıkarmaktadır.
Bizce İttihat Terakki Partisi ve Hürriyet İtilaf Fırkası geleneğinden gelen parti ve görüşler arasındaki iki farklı anlayış ve felsefenin günümüzde de devam ettiğini söylemek çoğunlukla mümkün görünmektedir.