Manisa'da Gündem
2025-02-06 07:00:00

Manisalı Hafız Mevlithan Hasan Rıza Efendi, Namı diğer Sait Paşa İmamı

Cemil Altınbilek

cemilaltinbilek@gmail.com 06 Şubat 2025, 07:00

Hasan Rıza Efendi ( 1810-1890) Manisa’da doğdu ve Manisa’da yetişti. Kısık mahallesi Sıbyan Mektebi Hocası Abdurrahman Hasan Efendinin oğlu olup, ilk derslerini de babasından almış, bilahare medrese eğitimi görerek müderris olmuş, bir taraftan da Manisa Entekkeli Rifai Dergâhına devam ederek, Şeyh Ahmet Vehbi Efendi’den hilafet ve icazet alarak 1840 seneleri civarı İstanbul’a gitmiştir. İstanbul’da Üsküdar semtine yerleşmiş ve burada müderrislik vazifesi yanında, Üsküdar Sandıkçı Rifai Dergâhına, hilafetli bir mutasavvıf olmasına rağmen, mütevazı bir derviş olarak devam etmiş, vefatını müteakip de buraya defnedilmiştir.

Hasan Rıza Efendi, Kuran-ı Kerimi hıfz etmiş bir hafız olmasının yanında, iyi yetişmiş bir hattat, şair ve musikişinas olup, bilhassa mevlit okumada, tiz ve parlak sesi ve kendine has üslubu ile gelmiş, geçmiş mevlidhanlar arasında hala ilk sıralarda olduğu kabul edilmektedir.

Musiki sahasında Manisa’da ileri derecede meşk etmiş olmasına rağmen, İstanbul’da İsmail Dede Efendinin yetiştirdiği talebelerinden, aynı zamanda Sümbül Efendi Dergahı Zakirbaşısı Mutafzade Ahmed Efendi’den dini ve din dışı musiki meşkine devam ederek musiki müktesebatını daha da ilerletmiştir.

Hasan Rıza Efendinin en belirgin özelliği ise kayıt ve kurallardan azade bir yaşama üslubunu içinde, meczubhane bir hayat tarzını benimsemiş olmasıdır. Bu yüzden bir namı da meczub-i ilahiye’ye çıkmıştır. Hasan Rıza Efendinin bu hal ve İstanbul’daki hayat tarzına ilişkin hatıralardan bir kısmını şöylece sıralayalım;

Bir Cuma selamlığında, Sultan Abdulmecit’in de Beyazıt Camiinde bulunduğu sırada, Hasan Rıza Efendi vazifeli olmadığı halde olduğu yerinden fırlayıp iç ezanı okumaya başlar ve sesinin ve de tavrının güzelliğinden tüm cemaat müteessir olur, Padişah erkânı dâhil kimse O’nu susturmaya yeltenmez. Aksine Padişah namaz sonrası âmin duasını ve surelerini kendisinin okumasını ister. Dahası Padişah kendisini “Sultan İmamı” olarak tayin ettiğini irade eder. Bu sırada Padişahın yanında bulunan saray damadı Said Paşa “ Hünkârım, sarayınızda birçok güzel sesli imam ve müezzinleriniz var, bu zat’ı da lütfen kulunuza bırakın” diye ricada bulunur. Bu isteği kabul edilmesi ile Hasan Rıza Efendi, Sait Paşa’nın himayesine girer ve bu sebepten Sait Paşa İmamı diye anılır. Bu devirde Paşa konaklarında bilhassa ramazan aylarında daimi hafız ve imamlar vazife yapar, Teravih namazları ve din derslerinde bütün konak halkı istifade eder, bu yüzden de paşa konakları için en güzel sesli hafızlar aranırmış.

Hasan Rıza Efendi için, “Mevlidi Süleyman çelebi yazdı, Hasan Rıza Efendi okudu” diye meşhur bir mesel de söylenir olmuş, mesela 93 Harbi denen Türk-Rus muharebeleri başladığında askere moral vermek için Üsküdar Toygar tepesinden okuduğu mevlid-i şeriflerin, boğazın karşı sahi olan Beşiktaş’tan bile dinlendiği aktarılmaktadır.

Said paşa, Hasan Rıza Efendiden 20 sene evvel vefat etmiş, bu defa Sultan Abdülaziz tarafından Hünkâr imamlığına tayin edilmiş ve Dolmabahçe Camiindeki ilk Cuma selamlığında, namazı kıldırması ve hutbenin hicaz makamında okunması irade buyurulmuştur. Bu duruma içerleyen Rıza Efendi “irade ile hutbe okunmaz Allahtan ne zuhur ederse öyle okunur” diyerek, camiyi terk etmiş. Kendisinin meczubane tavırlarını bilen Padişah yakınları durumu izah ederek, Hasan Efendinin bağışlanmasını rica etmişler fakat bu olaydan sonra Rıza Efendi Hünkâr imamlığından azledilerek tamamen sivil hayata dönmüştür.

Bir başka defasında da Padişahın annesi Valide Sultanın davetine uyarak, saraya mevlit okumaya gidiyor iken yolun kesen ve şehit oğlu için mevlid okuyarak dua etmesini isteyen fakir bir kadının ricasını kırmayarak, saraya gitmekten vaz geçip bu isteği yerine getirmiştir. Hatta bu konu zamanın önemli şairi ve Rıza Efendinin dostu Mehmet Akif Ersoy tarafından, kendisi için yazılmış şiirde de anlatılmaktadır. Bu şiirin, Said Paşa Yalısından da bahsedildiği ilk bölümü şöyledir; 

Coşar âvîzeler artık, köpürür kandiller;

Bu ışık çağlayanından bütün âfâk inler!

Yalının cebhesi, Ülker gibi, baştanbaşa nûr;

Nîm açık pencereler, reng ü ziyâdan mahmûr.

Al, yeşil, mâvi fenerlerle donanmış kıyılar;

Serv-i sîmînler atılmış suya, titrer par par.

Rıhtımın taşları, zümrüt gibi, Îran halısı:

Suda bitmiş çemen, üstünde de Sultan Yalısı

***

Başlanır Mevlid’e mu’tâd olan âdâbıyle;

Önce tevhîd okunur, gaşy ile dinler herkes.

O, güzel, sonra, müessir, sekiz on parlak ses,

Kimi yerlerde ilâhî, kimi yerlerde durak;

Kimi yerlerde cemâ’atle beraber coşarak, 

Âh o kudsî nefes eşbâha ederken sereyan,

-Karalar vecd ile pür-cûş, sular pür-galeyan-

***

Hasan Rıza Efendinin dini musikiye ileri derecedeki vukufu dışında, din dışı musikiyle de çok alakadar olduğu düğün, dernek ve muhtelif eğlenceli musiki meclislerine davetli, davetsiz girip, kendinden geçercesine fasıllar okuduğu gazeller attığı bilinmektedir. Hatta bir keresinde, Üsküdar Salacak tarafında bir düğün evinin önünden geçerken, içeriden gelen musiki seslerine dayanamamış, kapıyı çalıp, sarıklı hoca kisvesiyle musiki heyetinin yanına oturup, defi eline almış, sabaha kadar faslı idare edip, gazelleriyle dinleyicileri mest etmiş olduğu nakledilir. Bir keresinde de azınlıkların ikamet ettiği Langa semtinde bir gazinonun önünden geçerken, içerden gelen musiki seslerine dayanamayarak içeri girip, sazendelerin yanına oturmuş ve saatlerce fasıllar okuyarak gazeller söylemiş olduğu yine nakiller arasındadır. Katıldığı tüm meclislerde içinde geldiği zaman, gazel, kaside veya mevid’den kısımlar okur, içinde bulunduğu camia ise, onun aşka gelip coşkulu okumasını beklerlermiş. Bu hali le Rıza Efendi’nin kuru sofu diye tabir edilen zevattan olmadığını, aksine tam bir rindane meşrep olduğunu anlayabilmekteyiz. Zaten sohbet ve hatiplik ettiği zaman ve yerlerde, ham sofu tabir edilen kişilere çattığı ve onları eleştirdiği kaydedilmektedir.

Diğer taraftan Hasan Rıza Efendinin az sayıda da olsa musiki talebeleri olduğu gibi, aldığı tasavvufi hilafet ve icazetine binaen kendisinden istifade eden dervişlerin olduğu da kayıtlarda geçmektedir. Bu takipçilerine verdiği yazılı icazetnamelerden birine; “Beni şeyhim Şeyh Ahmed el-Vehbî’nin me’zûn kıldığı üzere bu icâzeti alan dervişimi Rifâiyye tarikatından genel bir izinle me’zûn ettim, ona bu tarikat üzere tam bir icâzet ve hilâfet verdim. Ki ben fakir âriflerin, âşıkların, zayıfların ve miskinlerin ayağının toprağı, Şeyh Seyyid Hasan Rıza el-Mağnîsâvî’yim” imza atmış ve bu suretle de kendisinin İstanbul’da yaşayan bir Manisalı olduğunu açıkça tebarüz ettirmiştir.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.