“Sevdiğimi demez isem, sevmek derdi beni yakar.” “Zaten o şehir, sevdadan İbaretti; insanoğulları deli-divaneydi o şehirde; uykudan uyanınca insan, dünden de kurtuldu, yarından da.”
Ey lütuf sofrasını yayan, ey kötü kişilere, nekeslere bile ihsanda bulunan, şan ve şeref ile mekânın sahibi olan. Mekânın sahibisin, dünyayı da gönülleri de güzelleştirensin.
“Cehaletten daha büyük fukaralık yoktur .” Duygu kitabı sol elde, akıl kitabı sağ elde; sana, sol yanından vermişler kitabı. Çok bilgili olmak marifet değil, asıl olan haliyle onu takviye etmek, insan olmak gerektir. Günün İlk anında iki güneşi birden görmek; biri doğudan doğmada; öbürü varlık göklerinde neşeler saçmada, gülüp durmada.
Gökyüzü, her çeşit kavgadan emin, fakat yeryüzü, yağmalarla, talanlarla dopdolu; yalnız yeryüzü, toplu bir hale de gelse göğün tesiriyledir bu darmadağınık olsa da: Padişahsın, görüp gözeticisin sen, O'sun, alımlısın sen, can kuşlarını yakıp yandırma, onlara Süleyman’sın sen.
Ey lütuf sofrasını yayan, ey kötü kişilere, cimrilere bile ihsanda bulunan, şan ve şeref ile mekânın sahibi olan. Dünyayı ve gönülleri güzelleştiren.
Gönül müsün sen. Yoksa aklın gözü mü? Yahut da İlahi nur mu? Âşıklar meclisinin ışığını artıran nur musun sen, yoksa güneş töreli mi? Gönül ikliminin sultanı sensin, efendim derdimin dermanı sensin. Gönül dertlerinin dermanı olanlara selam olsun.
Bu dert ile yananın yüreği kaygısız olmaz, el derdiyle dertlenir, garibe merhem olur, sevgiye yoldaş olur.
Şems Mevlana’yı nasıl değiştirmişti, neler söylemişti: hiç konuşmuyordu, sadece mevcudiyeti, varlığı ile bakışı ile sukutu ile konuşuyordu.
Ne mutlu gündür, ne mutlu an; ne mutlu bahttır, ne mutlu devlet; öylesine güç bulunan nimeti, kolaylıkla, erkenden buluveren.
Onlara şu yolculuk kutlu olsun, başarı versin, esenlik versin Tanrı; hem de her vardıkları şehirde, her uğradıkları yerde, her aştıkları çölde, her vardıkları ırmakta. Gidin a gönül âşıkları sonsuz devlete ulaşarak gidin; yürüyün Ay gibi kutluluk burcuna doğru.